Rü’yet-i Hilâl

Rü’yet-i Hilâl

Rü’yeti hilal konusu her yıl yeniden gündeme gelir. Her sene Ramazan-ı Şerîf geldiğinde yazılı ve görüntülü yayınlarda şöyle haberler görürüz; felan ülkede ramazan bir gün önce başladı (hilal görüldü) ya da biz neden bayramı diğer Müslüman ülkeler ile birlikte kutlamıyoruz? Onlar hilali görüyor da biz neden görmüyoruz? Bu ve benzeri sorulara uygun bir cevap olması için Ramazan özel sayımızda İsmailağa Fıkıh Heyeti’mizden Fatih Kalender Hocamız hepimiz için konuyu ilmi bir şekilde ele aldı.

Bizleri yoktan var eden Allâh-u Teâlâ’ya sonsuz hamd eder, onu tanımamak ve ona karşı nankörlük etmekten ona sığınırız. Hakla batılı, helal ile haramı ayırmak için gönderilen Hz. Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)’e, âl ve ashabına selam ederiz.

Herhalde bütün tartışmaların temelinde şu soru yatmaktadır. Hilal’in tespitinde hesaba itibar edilir mi? O halde bu sorunun cevabını arayalım.

Müslim’in rivayet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfte:

عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُمَرَ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا قَالَ

قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ  الشَّهْرُ تِسْعٌ وَعِشْرُونَ فَإِذَا رَأَيْتُمُ الْهِلاَلَ فَصُومُوا وَإِذَا رَأَيْتُمُوهُ فَأَفْطِرُوا فَإِنْ غُمَّ عَلَيْكُمْ فَاقْدِرُوا لَهُ

Abdullah ibni Ömer (Allâh Onlardan Razı Olsun)‘den rivayete göre Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Ay yirmi dokuz gündür. Hilali gördüğünüzde oruç tutun ve yine gördüğünüzde iftar edin. Hilali göremediğinizde takdir edin.1

Bu hadîs-i şerîften de anlaşıldığı gibi Ramazan ayının başlangıç ve bitimi, ru’yet (görmek) esasına dayanmaktadır. Şu kadar var ki, bu ve emsal hadîs-i şerîflerde zikri geçen “ru’yet” kelimesi, hakiki görmeyi kapsadığı gibi hükmen görmek manası ifade eden hesapla tespiti kapsayıp kapsamayacağında ihtilaf edilmiştir. Bu ihtilaf, birinci asrın sonlarından itibaren başlamış günümüze kadar devam etmiştir.2 İhtilafın sebebi, hadîs-i şerîfte geçen Hilali göremediğinizde takdir edin lafzının tefsirinden kaynaklanmıştır.

Hesaba itibar edilip edilmeyeceği hususunda âlimler temelde iki guruba ayrılmışlardır.

Sahîhu’l-Buhârî şarihlerinden olan Bedruddin Mahmut ibni Ahmed el-Aynî, (ö.855) Ümdetu’l-Kârî adlı eserinde hesaba itibar edilir diyen âlimleri şu şekilde sıralamıştır: Tabiinden Mutarraf ibni Abdullah ibni eş-Şehir, Şafiilerden Ebu’l-Abbas ibni Sureyç el-Kaffal, muhaddislerden İbn Kuteybe (Allah Onlara Rahmet Etsin).3

Ebu’l-Abbas ibni Sureyç’den farklı rivayetler de vardır. İbn Hacer Fethu’l-Bârî isimli eserinde; bu zattan gelen bir rivayete göre hesaba itibar edilerek oruca başlamanın vacip olduğunu diğer bir rivayete göre ise, vacip olmayıp caiz olduğunu nakletmiştir.4

El-Kazı Ebu Tayyip, Muhammed ibni Mukatil ve Muhammed er-Remli (Allâh Onlara Rahmet Etsin) gibi zatlar da; hesabın doğru olduğunu kabul eden kimselerin hilali görmeden de rasathanenin hesabına göre oruç tutmaları veya bayram yapmaları gerekir diyenlerdendir. Şu kadar var ki, âlimlerin çoğuna göre hesaba itibar edilmez.

Muhammed Bahît İrşâdu Ehli’l-Mille ilâ İsbâti’l-Ehille adlı risalesinde Kuşeyrî’den şunları nakletmiştir: Bulut emsali bir mani olmadığını farz ettiğimizde nasıl ki hilalin gözle görülmesi kolay ve kuşkusuz olacaktır, hesapla tespit de tıpkı onun gibidir. Adeta bulutları ve manileri kaldırarak hilali gözetleyebilecek bir kesinlikledir. Zira hükmün sabit olması için görmenin hakikati şart değildir. Nitekim fıkıh kitaplarımızda zikredilmiştir; zindandayken ayın tamamlandığını veya o günün Ramazan’dan bir gün olduğunu gerek araştırması ve gerekse başka bir sebeple bilip inanan kişi için oruç tutmak gerekli olur. Her ne kadar hilali bizatihi görmeyip veya görenden kendisine bir haber ulaşmış olmasa da hüküm böyledir. Ve bu konuda âlimlerin ihtilafı da yoktur.5

Şafii fakihlerinden olan Şihabuddîn Ahmed el-Kalyûbî (ö: 1069), haşiyesinde Allâme Abbâdî’den şunları nakletmiştir: Hesap ile adil bir kişinin beyanı çakışacak olursa şöyle ki; kesin olan hesap, hilalin görülemeyeceğini, adil olan kişi de “Ben hilali gördüm” diyecek olursa hesaba itibar edilerek adil kişinin şahitliği kabul edilmez. El-Kalyûbî, bu nakli yaptıktan sonra bunun aşikâr olduğunu, binaenaleyh oruç tutulmasının caiz olmadığını ve buna muhalefetin de inat ve kibirden kaynaklandığını söylemiştir.6

Yapılan bu nakillerden de anlaşıldığı gibi sadece hesaba itibar etmeyenler olduğu gibi ki bunlar çoğunluktadır,  hesaba itibar edenler de vardır. Hatta bunlar da kendi aralarında iki kısma ayrılmışlardır.

Hesaba itibar edilerek gereğince amelin vacip olduğunu söyleyenler.

Hesaba itibar edilerek gereğince amelin caiz olduğunu söyleyenler.

Hanefî ve diğer mezhep mensubu âlimlerin çoğu; Ramazan, Şevval ve Zilhicce aylarının rasat yapılarak takip edilmelerinin vacip olduğunu kitaplarında açık bir şekilde beyan etmişlerdir. Bu rasat, Şaban ayının sonunda yapılır. Şayet Ramazan hilali görülürse oruca başlanılır. Hilal görülmezse Şaban ayı otuza tamamlanır. Aynı şekilde Ramazan’ın sonunda Şevval hilali görülürse iftar edilir. Görülmemesi durumunda ise Ramazan otuz güne tamamlanır.

Bu âlimler hiçbir şekilde hesaba itibar etmemişlerdir. Gerek oruca başlanılması ve bitirilmesinde gerekse de hilalin görülüp görülmemesi hususunda. Bilakis hadîs-i şerîfin zahirini esas alarak hava kapalı olup hilal görülemediğinde ayın otuza tamamlanmasına itibar etmişlerdir. Hesaba itibar etmemişlerdir.7

Hilali gördüğünü iddia eden kişinin şahitliğinin kabul edilip edilmemesini Hanefîler şu şekilde beyan etmişlerdir: Hilali gördüğünü iddia eden kimse ya bir kişidir veya onunla beraber hilali gören başkaları vardır. Havanın açık olması durumunda başkaları görmediği halde tek kişinin hilali gördüğünü iddia etmesi kabul edilmez. Bilakis havanın açık olması o kişinin bu hususta yanıldığını gösterir. Aynı durum hava kapalıyken tahakkuk edecek olursa kişinin hata yaptığına hükmedilemeyeceğinden şahitliği kabul edilecektir.

Yani hilali gördüğünü iddia eden kimse, tekse ve tek olması da hata yaptığına veya yalan söylediğine delil ise Zâhiru’r-Rivâye’ye göre bu kişinin haberi kabul edilmez.

Şayet bu kişinin tek olması hata yaptığına veya yalan söylediğine delil olmazsa Zâhiru’r-Rivâye’ye göre Ramazan ve Zilhicce aylarında haberi kabul edilir. Şevval ayında ise iki rivayet vardır. Bir rivayete göre Ramazan ve Zilhicce aylarında olduğu gibi haberi kabul edilir. Diğer bir rivayete göre ise kabul edilmez.8

Hilali gördüğünü iddia eden kimse tek olmayıp onunla beraber bu iddiada bulunan başka topluluk da varsa şahitlikleri ittifakla kabul edilir.9

Hilali görme konusunda tek kişinin verdiği haberin kabul edilebilmesi için kişide İslam ve buluğ şartının arandığı Hanefî mezhebinde ittifaklıdır. Ancak bu kişi için adalet vasfının aranıp, aranmamasında ihtilaf edilmiştir. Zâhiru’r-Rivâye’ye göre adalet şarttır. Ebû Cafer et-Tahavî (ö. 321)’ye göre ise şart değildir.

Muhammed Bahît el-Mutî’i bu iki görüşü naklettikten sonra sözlerine şu şekilde devam etmiştir: Hakikatte bu iki görüş arasında farklılık yoktur. Adaleti şart koşan, mutlak adaleti şart koşmuştur. Yani mesturu’l-hâl dediğimiz fasık olduğu bilinmeyen kişi de buna dâhil olmuştur. Adaleti şart koşmayan ise, hakiki adaleti kast etmiştir. Buna göre fasık olduğu bilinen birinin şahitliliğinin kabul edilemeyeceği herkesçe kabul görmüştür.

Hesaba itibar etmeyen âlimlerin, temelde üç gerekçeleri vardır.

Şer’i Şerîf, nucum/yıldız ilmine itibar etmeyi yasaklamıştır. Ebû Davûd ve İbn Mâce’nin rivayet etmiş oldukları bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مَنِ اقْتَبَسَ عِلْمًا مِنَ النُّجُومِ اقْتَبَسَ شُعْبَةً مِنَ السِّحْرِ زَادَ مَا زَاد

İbn Abbas (Allâh Onlardan Razı Olsun)‘dan rivayete göre; Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)  şöyle buyurmuştur: Yıldızlardan ilim alan kimse, sihirden bir şube alır, sonra üzerine dilediğini ekler.10

Şer’i Şerîf; oruç, namaz emsali ibadetlerin edasında hesap-kitap yapma ile bizleri mükellef kılmamıştır. Bilakis bu emsal ibadetlerin sorumluluğunu hesap-kitap yapmasını bilen ve bilmeyenin anlamalarında eşit olacağı birtakım açık alametlere bağlamıştır. Nitekim El-Buhârî ve Müslim’in rivayet ettikleri; “Hilali gördüğünüzde oruç tutun ve yine gördüğünüzde iftar edin. Hilali göremediğinizde takdir edin11” hadîs-i şerîfin şarihlerinden olan el-Aynî, İbn Hacer ve İbn Baddâl gibi zatlar da bu şekilde beyan etmişlerdir. Bunun birçok hikmetleri olduğu gibi mükelleflerin, Şer’i Şerîf’in hükümlerini her zaman ve mekânda tatbik edebilmelerine imkân sağlaması da ayrı bir hikmettir.

Oruçla alakalı hadîs-i şerîflerde Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)  hükmü, görmeye bağlamıştır. Hesap ile takdir etmek ise sis, bulut emsali hilalin çıplak gözle görülmesine mani bir şeyin olması durumundadır. Ayın 29 gün çekmesi ancak görmekledir. Hilali rasat etme işlemi nas/açık delil üzerine hükümlerin bina edildiği ibadet işlerinden olduğundan teabbudîdir. İlletlendirme veya kıyaslama yapılamaz.

Ru’yetu’l-hilâl konusunda hesaba itibar eden âlimlerin, bu gerekçelere verdikleri cevaplar şu şekildedir:

Muhammed Bahît İrşâd u Ehli’l-Mille ilâ İsbâti’l-Ehille adlı risalesinde el-Hidâye sahibinin Muhtârâtu’l-Nevâzil adlı eserinden şunları nakletmiştir: Nücüm ilmi Şer’i Şerîfin yasak ettiği bir ilim değildir. Zira bu ilim iki kısma ayrılır.

Hesaba dayalı ilm-i nücûm

İstidlale dayalı ilm-i nücûm

Hesaba dayalı ilm-i nücûm haktır. Nitekim Allâh-u Te’âlâ şöyle buyuruyor:

اَلشَّمْسُ وَالْقَمَرُ بِحُسْبَانٍ

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir”12.

İstidlali olan nücûm ilmi de yıldızların ve eflakin hareketleriyle bazı hadiseler üzerine delil getirmektir. Bu da Şer’an caizdir. Tabibin kişinin nabzından hasta veya sıhhatli olduğunu anlaması gibi13

Muhammed Bahît el-Muti’i’nin yapmış olduğu bu nakillerden anladığımız; şeriatın yasak ettiği ilmi nücüm, günümüzde rasathanelerin gökyüzünü gözetlemek suretiyle yaptıkları hesaba dayalı ilim değildir.

Ebû Davûd’un rivayet etmiş olduğu “Yıldızlardan ilim alan kimse, sihirden bir şube alır, sonra üzerine dilediğini ekler.”14 hadîs-i şerîfinin Avnu’l-Ma’bud gibi şerhlerine baktığımızda bu yasak olan ilmin; yıldızlara bakarak gaipten haber vermek olarak beyan edildiğini görmekteyiz. Yoksa müşahede yoluyla hesaba dayalı ilim demek değildir.15

İkinci hesaba itibar edilmez diyenlerin gerekçelerinden bir tanesi de hesabın kesin olmayıp tahmin ve sezgiye dayalı olmasıdır. Nitekim İbnü Hacer ve el-Aynî gibi zatlar bunu şu sözleriyle sarahaten ifade etmişlerdir. “Hesaba itibar etmek batıldır. Zira hesap, sezgi ve tahminden ibarettir. Kesinlik veya kanaat ifade etmez”16 Bu ibarenin mefhumu, muhalifi şayet hesap günümüzde olduğu gibi kesinlik ifade ediyorsa, hesaba itibar edilir. Fukahanın ibarelerinde, mefhumu muhalif caizdir.

Hesaba itibar edilmez diyenlerin gerekçelerinden bir diğeri de hilali gözetlemek nas/açık delil üzerine hükümlerin bina edildiği ibadetlerden olduğundan taabbudidir. İlletlendirme veya kıyaslama yapılamaz. Hesaba itibar eden âlimler, buna şöyle cevap vermişlerdir: Evet, teabbudi olan konularda illetlendirme ve kıyaslama yapılamaz. Bu konu tartışılacak bir mevzu değildir. Ancak bu, illeti beyan edilmeksizin mutlak gelen naslar için geçerlidir. Eğer nas, illetiyle beraber gelecek olursa, bu durumda nassı anlamada illetin tesiri olduğu ve hükmün tatbiki bu illete mebni olduğu usullerimizce de bilinmektedir. Velev ki bu hüküm, halis ibadetlerde olsun. Hilalin gözetlenmesini söyleyen hadîs-i şerîf, bu bapta tek değildir. Bilakis Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’den bu bapta sabit olan başka hadîs-i şerîfler de vardır ki, bunlar ru’yetin gerekliliğini bir illete bağlamıştır.

Buhârî, Müslim ve diğerlerinin rivayet etmiş olduğu bir hadîs-i şerîfte şöyle buyruluyor:

عن ابْن عُمَرَ  رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُمَا  يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ :  إِنَّا أُمَّةٌ أُمِّيَّةٌ لاَ نَكْتُبُ وَلاَ نَحْسُبُ الشَّهْرُ هَكَذَا وَهَكَذَا وَهَكَذَا وَعَقَدَ الإِبْهَامَ فِي الثَّالِثَةِ وَالشَّهْرُ هَكَذَا وَهَكَذَا وَهَكَذَا. يَعْنِي تَمَامَ ثَلاَثِينَ

İbni Ömer (Allâh Onlardan Razı Olsun)‘den rivayete göre kendisi Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu haber veriyor: (Biz) yazamayan ve hesap edemeyen ümmi bir ümmetiz, ay şöyle, şöyle ve şöyledir. Bir keresinde Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) eliyle 29 diğer bir keresinde 30 gün olduğunu işaret etmiştir.17

Bu hadîs-i şerîfte Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem), ümmetin ümmiliğini; yazma ve hesap yapamamasını, hilalin bizatihi gözle görülme şartına gerekçe yapmıştır.  Kameri ayın bazı kere 29 bazı kere de 30 gün olmasını, yazma ve hesap yapmasını bilmeyen bir ümmetin hilali gözetlemekten başka bir yolla bilmesi mümkün olamayacaktır. Muhaddisler de bu hadîs-i şerîfi bu şekilde yorumlamışlardır.

İbn Hacer Fethu’l-Barî isimli kitabında bu hadîs-i şerîfin şerhinde şöyle demiştir: Yazmayı ve hesabı bilmeyenden maksat, Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in zamanındakilerdir. Zira o zamanda kitabet ilmini bilen kişiler azdı. Hesaptan kastedilen de nücüm ilmidir. Bu da aynı şekilde o zamanlar az kişinin sahip olduğu bir ilimdi. Bunun için oruç ve diğer hükümlerin ru’yet esasına bağlanması, zorluğu kaldırmak için olmuştur.18

Aynı zamanda hilali gözetlemek bizzat maksut bir ibadet değildir. Bilakis kitabet ve hesap yapmayı bilmeyen bir topluluğa, kameri ayın başlangıç ve bitimini bildirmeyi kolaylaştıran ve mümkün kılan bir vesiledir.19

Bahît, risalesinde tek kişinin hilali gördüm demesine itibar edilmesi hakkında şöyle diyor: İmamlarımız arasında adil olan bir tek kişinin Ramazân hilalini gördüm demesine itibar edileceğinde ihtilaf yoktur. Semada görmeye mani illet olup olmaması bu hükmü değiştirmeyecektir. Ancak bu hüküm, o kişinin tek kalması hataya ve yalana delil olmaması durumundadır. Her ne kadar İmâm el-Kerhî ihtilaf etse de Zilhicce ayı bize göre Ramazan ayı gibidir. Şevval ayı da et-Tahâvi’nin rivayetine göre Ramazân gibidir.20 Göz yanılmasından veya şahsi bir çıkarından dolayı yalan ve hatadan masum olmayan iki şahitten, hesabın daha sağlam olduğu da bir gerçektir. Hatta havanın bulutlu olmadığı bir zamanda hesap, tek bir şahidin şahadetinden daha sağlamdır. Hâlbuki selefimiz bunların şahitliklerini kabul etmişlerdir.21

Muhammed Bahît İrşâd u Ehli’l-Mille ilâ İsbâti’l-Ehille adlı risalesinde bu konuyu işledikten sonra şunları söylemiştir: Âlimlerimiz hangi alanda ihtisas sahibi olursa olsun, her hadisede ehl-i hıbre dediğimiz konuyu bilen basiret sahibi kişilere müracaat etmişlerdir. Onlar gerek Kur’an’ı Kerim ve gerekse hadîs-i şerîfin lafızlarının manalarını anlamada dilcilere müracaat etmiş ve onların kavillerini almışlardır. Aynı şekilde orucu bozan ve bozmayan şeylerin incelenmesinde tabiplerin görüşlerine müracaat etmiş ve onların verdiği bilgiler doğrultusunda hareket etmişlerdir. Ve diğer birçok meselede de bunu yapmışlardır.

Şaban, Ramazan ve diğer ayların tespitinde bizleri hesaba dayanmaktan meneden nedir? Bu iş, bizim için müşkil olunca konuda uzman kişilere müracaattan bizleri alıkoyan nedir? Hâlbuki onların bu konudaki elde ettikleri veriler kesindir. Kur’an âyetlerine muvafıktır. Görülmez mi bu ilimle meşgul olanlar, hesaplarına binaen güneş veya ay falan günde falan saatte tutulacak diyorlar, dedikleri günde ve saatte tutuluyor. Ve bunda genellikle yanılma olmuyor. Zira bu hesaplama tahminen değil rasat vasıtasıyla his ve müşahede yoluyla oluyor. Şayet maniler olmasaydı hilalin, görülmesinin mümkün olacağına dair verdikleri haberler, tevatür derecesine ulaşırdı. Her ne kadar haber verenlerin sayısı tevatür derecesine ulaşmıyor olsa da sayılarının çok olması onların haberlerini, yakin derecesine veya yakın olan zann-ı galip mertebesine ulaştırıyor. Ve kalpte de bu haberin doğruluğuna dair güven hâsıl ediyor. Nitekim bu manayı şu Âyet-i Kerime teyit ediyor:

فَمَنْ شَهِدَ مِنْكُمُ الشَّهْرَ فَلْيَصُمْهُ

“Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin.”22

Aya şahit olmak ya hazır olmak yani seferde olmamakla veya varlığını bilmekledir. Bu ikinci mana âyetten zahir olan manadır. Zira bilme manasında şahit olma orucun vacip olmasına sebeptir. Şer’an hilalin bulunması, hadîs-i şerîflerin de beyan ettiği gibi, güneşin batışından sonra bulunmasıyladır.

Şöyle ki; hilali gözetleyen kişi güneşin batımından sonra hilalin varlığını bilirse üzerine oruç vacip olur. Bu bilgi gerek bizzat kendisinin hilali görmesiyle olsun ve gerekse güvenilir bir kişinin hilali gördüğüne dair verdiği haberle olsun veya Hâkimin emriyle olsun veya da astronomların/gök ilmiyle uğraşanların hesabının ayın varlığına ve mani olmasaydı görülebileceğine dair verdiği haberle olsun müsavidir.

Bu hususta “Kuşeyrî”nin şu sözünü hatırlayalım: “Bulut emsali bir mani olmadığını farz ettiğimizde nasıl ki hilalin gözle görülmesi kolay ve kuşkusuz olacaktır, hesapla tespitte tıpkı onun gibidir. Adeta bulutları ve manileri kaldırarak hilali gözetleyebilecek bir kesinlikledir. Zira hükmün sabit olması için görmenin hakikati şart değildir. Oruç ve iftarın ru’yet esasına bağlanması buna zıt değildir”.

Muhammed Bahît: “Güneş battıktan sonra hilali görmenin mümkün olamayacağı durumlarda, sadece hesapla hilal vardır.” diyerek oruç tutulmasının vacip veya caiz olmasını da kabul etmiyor. Zira bu görüş mütekaddim âlimlerin ittifakına aykırıdır. Çünkü mücerret hilalin varlığı orucu sabit kılmaz. Şer’i Şerîf ; hükmü, güneş battıktan sonra hilalin görülmesine bağlamıştır. Yukarıda nakledilen ihtilaf; “fiili olarak görmek şart mıdır, yoksa mani olmasaydı ru’yetin fiilen tahakkuk edeceğine hesabın delaleti yeterli midir?”

Bahit, ikinci görüşü benimsediğini ve bu görüşte de İmam Subki’nin tek olmadığını söylemiş ve sözlerine şu şekilde devam etmiştir: “İbni Sureyç, Mudarraf, İbni Kuteybe, İmâm Muhammed’in ashabından olan İbni Mukatil el-Râzî de (Allâh Onlara Rahmet Etsin) bu görüştedir.”

Bu görüş, hesaba itibar edilmez diyenlerin şu sözlerine de münafi değildir: “Şayet insanlar hesapla mükellef olsalardı, bu onları sıkıntıya sokacaktı. Zira herkes hesap bilemez.” Çünkü bu itiraz, “Bütün insanlar hesapla mükelleftir.” denilmesi durumunda tahakkuk eder. Hâlbuki bunu diyen hiç kimse olmamıştır. İbn Sureyç ve ona muvafakat edenler Peygamber Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in (فاقدروا) takdir edin sözü, bu ilmi bilenlere (فاكملوا العدة) sayıyı (otuzu)  tamamlayın sözü de genele hitap olduğunu söylemişlerdir.

Hesabı kabul etmeyen kişiler kutuplar gibi güneşin doğması veya batması bir aydan altı aya kadar uzayan yerlerde ne yapacaklar. O beldede oturanlar için güneş battıktan sonra hilali fiili olarak görmek mümkün müdür? Ve ya biri; orada yaşayanlar oruçla mükellef değillerdir diyebilir mi? Hâlbuki kamer, güneşle beraber her ay birleşiyor ve ayrılıyor. Ayrılması da kamerî ayın başı oluyor. Ve bu olay dünya küresinin hiçbir yerinde değişmiyor. Ancak ihtilaf güneşin doğumunda ve batımında oluyor. Nasıl ki bu yerlerde namaz vakitleri için gölgenin bir misil veya iki misil olmasına, şafağın kaybolmasına bakılmıyor en yakın yere itibar ediliyorsa, oruç için de aynı şey yapılır.

Fecrin sadık veya kazip olması, gölgenin bir misil veya iki misil olması, ufuktaki rengin kırmızı, sarı veya beyaz olması, hükmün üzerine tevakkuf ettiği işler değildir. Bilakis bunlar; zamanın geçtiğini, muayyen vakitlerin nihayete erdiğini ve diğer muayyen vaktin başladığını bildiren alametlerdir.

Şer’i Şerîf’in namazın farz olmasını ve edasını bu alametlere bağlaması, galibe itibarladır. Yoksa bu şu demek değildir: “Bu alametler bulunmayacak olursa, namaz düşer”.

Hanefî kitaplarından el-Kenz ve diğerlerinin “şafak kaybolmadan önce fecrin doğduğu beldelerde yatsı ve vitir namazları yoktur.” demesine Bahit, risalesinin sonunda itibar edilmeyeceğini söylemiş ve risalesini şu sözleriyle bitirmiştir:

İslam’ın güneşin doğmasıyla namazı, hilalin görülmesiyle orucu emretmesi birçok beldede, avam ve havassın ibadet vakitlerini anlayabilmelerine alamet olsun diyedir. Aynı şekilde İslam, bu vakitlere delalet eden rasat, hesap, saat emsali başka alametlere itibar edilmesini de yasaklamamıştır. Âlimler; iktidarsız kişiye tanınan müddette, menopoz yaşının takdirinde ve diğer birçok fıkıh meselelerinde kameri sene olarak hesaba itibar etmişlerdir.  Keza Şemsi (güneşe göre hesaplanan takvim) yıl ile Kameri yıl arasında on gün, bir günün üçte biri, bir günün onda birinin dörtte biri kadar fark olduğunu söylemişlerdir. Bu ise ancak hesapla bilinir.23

Netice olarak hilali gözetlemek asıldır, imkân olmadığı zaman hesaba itibar etmek caizdir.

FATİH KALENDER

Dipnotlar


1- Müslim, kitabu’s-Sıyambab: VucubusavmıRamazan…
2- Mevsuâtu’l-Fıkhiyye el-Kuveytiyye c:22 s:31
3- Ümdetu’l-Kari Bab: Vucub’u Savmı Ramazan
4- Fethu’l-Bârî 1773. Hadîsi Şerîfin şerhi
5- İrşad’uehl’il-milleti ila isbat’il-ehille s: 254
6- Haşiyetu’l-Kalyübî, Kitabu’s-Siyam
7- Tenbihu’l-ğafilve’l-vesenan ala ahkami hilali ramazan
8- Bu her iki rivayette Zahiru’r-Rivayede vardır.
9- İrşad’uehli’l-milleti ila isbati’l-ehille s: 78
10- Ebu Davut, İbnMace, lafız ebu Davut, kitabu’t-tıp bab: en-Nucum
11- Müslim, kitabu’s-Sıyambab: VucubusavmıRamazan…
12- Rahman Sûresi /5
13- İrşaduEhli’l-Milleti ila İsbati’l-Ehille s: 249
14- Ebu Davut, İbnMace, lafız ebu Davut, kitabu’t-tıp bab: en-Nucum
15- Avn’ul-Mabut Bab Tıp, Nucum 3406 Hadîsi Şerîf şerhi
16- Ümdetü’l-Karî, Bab: Vucubu’s-Savmi Ramazan, Fethu’l-Barîİbn Hacer 1773. Hadîsi Şerîfin şerhi
17- Buhari, Müsli lafız MüsliKitab: Es-SıyamBab: VucubuSavmı Ramazan
18- Fethu’l-Barîİbn Hacer 1780. hadîs-i şerîfin şerhi, Bu konuyla alakalı Bak: Ümdetu’l-Karî, İrşadu’s-SarîŞerhu’l-Buhari, Es-Sindi Haşiyetu’n-Nesaî
19- Fetava Mustafa ez-Zerka s:161-162
20- İrşad’uehli’l-milleti ila isbati’l-ehille s: 82
21- Fetava Mustafa ez-Zerka s: 162
22-  Bakara 185
23- İrşad’uehli’l-milleti ila isbati’l-ehille s: 258-273