Gerçekten Teravih Namazı Diye Bir Namaz Yok mudur

Gerçekten Teravih Namazı Diye Bir Namaz Yok Mudur

أعوذ بالله من الشَّيطان الرَّجيم بسم الله الرَّحمن الرَّحيم

الحمد لله رب العالمين والصَّلاة والسَّلام على سيِّدنا محمَّد وآله أجمعين

Bundan sonra…

Öz olarak Ramazan ayı gecelerinde ‘Terâvih Namazı’ namında cemâat ile veya tek başına kılınan namazın aslında olmadığını, uydurulduğunu, Asr-ı Seâdette Ramazan gecelerinde kılınan namazın gece veya teheccüd namazı olduğunu iddiâ edenler var, ne dersiniz? diyorlar.

Biz de diyoruz ki;

Bilinmeyeni ve bulunmayanı bilmek, bulmak ve getirmek yahut bilinenin aksini görüp isbât etmek -şayet bu hakîkat ise- çok büyük bir meziyettir… Lâkin işin içine ilmî kifayetsizlikler, rûhî rahatsızlıklar, kronikleşmiş aklî muvazenesizlikler, süflî hokkabazlıklar ve benzeri menfîlikler yahut bunlardan velev biri dahî girerse, ‘Her ne şekilde ve nasıl olursa olsun’ ve ‘İlla da denilmeyen bir şeyi söylemiş olmak’ düşüncesi yalancılığın ve uydurmacılığın temel sebeblerinden belki de birincisi olur. Buna bizim âlimlerimiz ‘iğrâb‘ demişlerdir.

Evet, ‘iğrâb’, yani illa da bilinmeyeni ve bulunmayanı bilmek ve bulup getirmek hastaları yine haykırdılar… Şovmenler, aktörler, artistler, dünyalık avcıları ve piyonlar sahnede yine yerlerini aldılar… Yahut onlara böyle yaptırıldı… Terâvih namazı diye bir namaz yok imiş(!…) Ashâb da dahil bin dört yüz küsur senedir Ümmet’in müfessirlerinin, muhaddislerinin, fakihlerinin ve müctehidlerinin tamamı, Müslümanların cemi cümlesi bilemediler ve terâvih namazı vardır dediler, veya daha da kötüsü kasten ‘Terâvih’ diye bir namaz uydurdular(!….) Ama sema ile yeri karıştıracak kadar dünya ve dünyalık sarhoşu, elifi -hakîkati yanıyla- mertek zannedecek nispette câhil, edeb ve terbiyeye şark ile garb kadar uzak, hallerine paranoya veya şizofreni hastalarının bile acıyacakları ve ağlayacakları kadar ruh hastası zavallılar işin doğrusunu keşfettiler(!…)

Yok, yok, bütün bu arızaların yanında asıl maksat, İslâm’da tereddütler ve şüpheler uyandırarak, dini yıkmak.

Öyle ya… İslâm uleması -başından sonuna kadar- bunların resmettiği kadar gâfil yahut câhil veya hâin ve uydurukçu ise onların hangi sözüne ve hangi eserine ne kadar itimâd edilebilir?!.. Müslüman gibi görünüp de İslâmî eserlere ve dolayısıyla İslâm’a güveni sarsmak kara sevdasına tutulan zındıklar kötü yanılıyorlar… İslâm’ın siyâsî başı ve hâmisi bırakılmadığı içün meydanı boş bulan küfrün işbirlikçilerinin ve çorbacılarının belli ki bu dînin hakîki sahibinden yeteri kadar haberleri yok… Belki de îmânî müşkilât illeti yüzünden İslâm’ın esbâb dairesindeki siyasi sahibsizliği ile hakîkî sahibinin de olmadığı zannına kapılmışa benziyorlar… Çok fena aldanıyorlar… Bir Arab şâirin O yüzünün derisinden biraz versen de çarığıma yama yapsam’ beytinde çok güzel resmettiği suratlarına Cebbâr ve Müntakım olan Mevlâ’nın sillesi öyle şiddetli iner ki, bir daha kendilerine gelemezler… Üstelik âhiretteki azabları da dünyadaki rezilliklerine mâni olmaz. Boşuna hevesleniyorlar… Allâh bu heveslerine zâlim veya zâlim kuklası kullarını bile -akıllarına sokacağı değişik düşüncelerle- takoz yapabilir…

Mevzûu birkaç fasılda ele alalım.

Birinci Fasıl

Ramazanda Sair Zamanlardan Farklı Olarak

Kılınan Bir Namaz Yok mudur?

Ramazan ayında yatsı ile sabah namazının vaktinin girdiği fecir arasında farzın, vacibin ve revâtib sünnetlerinin dışında aslında uzun kıraâtlarıyla ve daha çok cemaat ile kılınan ‘Ramazan Namazı’ veya ‘Ramazan Ayı Namazı’ veya ‘Terâvih namazı’ ismi verilen bir namaz elbette vardır. Bu namazlar ve isimleri hadis ve fıkıh kitaplarında kesinlikle geçmektedir.

İkinci Fasıl

Ramazanda Sair Zamanlarda Farklı Olarak

Kılınan Bir Namaz Varsa, Ayrı Bir İsmi de

Yok mudur?

Evet, Ramazanda sair zamanlarda farklı olarak kılınan bir namaz vardır ve bu namazın hadislerdeki en meşhur ismi ‘Ramazan Ayı Namazı’ veya ‘Ramazân Namazı’dır. Bahis mevzuu namaz bu ismi hadislerden almıştır.

Nitekim İmâm Malik, Ebû Avâne, Beyhakî, Beğavî ve diğerleri, Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhu)’dan şöyle rivâyet ettiler:

أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ يُرَغِّبُ فِي قِيَامِ رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ أَنْ يَأْمُرَ بِعَزِيمَةٍ فَيَقُولُ مَنْ قَامَ رَمَضَانَ إِيمَانًا وَاحْتِسَابًا غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِهِ

“Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem), ‘Ramazanın Kıyâmı’nı -azimetle emretmeksizin- teşvik eder ve şöyle buyurdu:

‘Kim Ramazanda îman ederek ve ecri Allâh (Celle Celâlühû)’dan bekleyerek kıyam ederse (namaz kılarsa) geçmiş günahları bağışlanır.’1

Malumdur ki, Ramazan Kıyamı’ oruç olamaz; çünki -Allâhu a’lem- ‘Ayakta durmak’ manasındaki bu iş namazın kıyam, kıraat ve rükû’ rükünlerinin yani büyük kısmının gerçekleşme mahalli ve zamanı olduğundan ‘Kıyâmu Ramadan’ lafızları ismi seçilmiş olmalıdır. Şayet ‘Gerçekleştirmek’ manasını ifâde edecek olan ‘ekame-ikame’ veya ‘kame bi ramadane’ lafızları kullanılsaydı içinde namazların da bulunacağı umum vazifeler anlatılmış olabilirdi; ama öyle değil. Üstelik ‘azîmetle emretmeksizin’ ifâdesi orucun ve sair ibâdetlerin kasd edilmediğinin açık delilidir; zîrâ bunlar, emredilmiş olan azîmet, yani farzlık ve ya vaciplik ihtiva eden amellerdir. Bunun böyle olduğunun başka bir delili de aşağıdaki hadisdir:

İmâm Ahmed İbni Hanbel, Ebû Ya’lâ, Bezzâr, Beyhakî ve başkaları, Abdurrahman İbnu Avf (Radıyallâhu Anhu)’dan Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

إِنَّ الله عَزَّ وَجَلَّ فَرَضَ صِيَامَ رَمَضَانَ وَسَنَنْتُ قِيَامَهُ

‘Şüphesiz ki Allâh (Azze ve Celle) Ramazanın orucunu farz etti; ben de onun (Ramazan’ın) namazını sünnet yaptım.’2

İmâm Beyhakî, Alî İbni Ebî Tâlib (Radıyallâhu Anhu)’dan şöyle dediğini rivayet etti:

أَنَا وَاللهِ حَرَّضْتُ عُمَرُ عَلَى الْقِيَامِ شَهْرَ رَمَضَانَ

‘Ömer’i Ramazan ayında namaza –vallahi- ben teşvik ettim.’3

Bilinmektedir ki, teheccüd ve gece namazları Ramazan’a has değillerdir; o halde onlara ‘Ramazan Kıyamı’ veya ‘Ramazan Ayı Kıyamı’ demenin bir manası olmazdı.

Bu rivâyetler sözü edilen isimleri vermekte, ziyadesiyle kâfidir.

Üçüncü Fasıl

Sünnette Terâvih Diye Bir Namaz Yok mudur?

Sünnet ve başta Buhârî’nin Sahîh’i gibi bazı hadis kitabları tarafından ‘Kıyamu Ramazan’, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, İbni Mâce, Sahîhu İbni Huzeyme, Sahîhu İbni Hibbân gibi başka bir takımları tarafından da ‘Kıyâmu Şehri Ramazân’ ismi verilen ve bu başlıklar altında rivâyet edilen bir namaza Fıkıh’da her dört rekatta bir yaptırılan istirahat sebebiyle ‘Tervîha’lar (rahatlatmalar) ile hâsıl olan dört rekatlar demek olan ‘Terâvih’ ismi belki de ondaki bir hususiyeti de anlatmış olmak için bir ıstılah olarak verilmiştir. İlim sahibleri tarafından ıstılâhlarda tartışma olmaz; câhiller ise her şeyi yapabilirler.

Nitekim bu dediklerimiz aşağıdaki rivâyetlerde açıkça görülmektedir:

İbni Ebî Şeybe, Ebû’l-Bahterî’den şöyle rivâyet etti:

عَنْ أَبِي الْبَخْتَرِيِّ أّنَّهُ كَانَ يُصَلِّي خَمْسَ تَرْوِيحَاتٍ فِي رَمَضَانَ وَيُوتِرُ بِثَلَاثٍ

‘O, ramazanda beş tervîha namaz kılar ve üç rekat ile de vitir yapar (kılar) idi.’4

İbnu Ebî Şeybe, Saîd İbni Ubeyd’den şöyle rivâyet etti:

أَنَّ عَلِيَّ بْنَ رَبِيعَةَ كَانَ يُصَلِّي بِهِمْ فِي رَمَضَانَ خَمْسَ تَرَوِيحَاتٍ وَيُوتِرُ بِثَلَاثٍ

‘Alî İbni Rebîa onlara (Saîd İbni Ubeyd’e ve beraber olduğu kimselere) Ramazanda beş tervîha namaz kıldırır ve üç rekat ile de vitir yapar (kılar) idi.’5

Beyhakî, Ebû’l-Hasîb’den şöyle dediğini rivâyet etti:

كَانَ يَؤُمُّنَا سُوَيْدُ بْنُ غَفَلَةَ فِي رَمَضَانَ فَيُصَلِّي خَمْسَ تَرْوِيحَاتٍ عِشْرِينَ رَكْعَةً

‘Süveyd İbnu Ğafele bize Ramazan’da imamlık yapar, beş tervîha, yirmi rekat kılardı.’6

Beyhakî, Ebû’l-Hasnâ’dan şöyle rivâyet etmiştir:

أَنَّ عَلِيَّ بْنَ أَبِي طَالِبٍ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ أَمَرَ رَجُلًا أَنْ يُصَلِّيَ بِالنَّاسِ خَمْسَ تَرْوِيحَاتٍ عِشْرِينَ رَكْعَةً

‘Alî İbni Ebî Tâlib (Radıyallâhu Anhu) bir adama insanlara beş tervîha, yirmi rekat kıldırmasını emreti.’7

Şu halde ‘Terâvih’ ismini Sahâbe veya Tâbiûn kullanmaktaydı. Onlarda ıstılâhlar neredeyse hiç mevcûd veya şâyi olmadığından bu isimlendirme kuvvetle muhtemel Sahâbe’nin büyüklerinden, bir ihtimâl ile de Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘in kendisinden işitilmiştir.

Demek ki ‘Ramazan Namazı’ isminde bir namazın var olduğunu ve ‘Onu Sünnet yaptığını bizzat Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) Efendimiz söylemiş ve teşvik etmiştir. Bir vasfını anlatması alakasıyla da ona ‘Terâvih’ ismini en azından fıkıh âlimleri vermişlerdir.

Dördüncü Fasıl

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) Ramazan Kıyamı’nı Teşvik Etmemiş midir?.

Evet, O, Ramazan Kıyamı’nı teşvik etmiş ve bunu kılana affedilmeyi vadetmiştir.

Nitekim yukarıda ikinci fasılda bu namazın isminin ne olduğu meselesinde geçen hadislerde hem açık bir af va’di hem de sarîh bir terğîb/teşvik ifadesi vardır.

كَانَ يُرَغِّبُ فِي قِياَمِ رَمَضَانَ مِنْ غَيْرِ أَنْ يْأْمُرَ بِعَزِيمَةٍ

hadisinde geçen ‘Azîmetle emretmeksizin olan bir teşvik’ -İmâm Nevevî’nin dediğine göre- farz veya vâciblik yolu ile olmayıp mendûbluk yolu ile olan bir teşvik demektir.8

Beşinci Fasıl

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) Bu Namazın Cemaatle Kılınmasına Nasıl Bakmaktadır?

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) ayrı ayrı cemâatler ile ‘Kıyâmu Şehri Ramazan’ı veya ‘Terâvih’i kılanları görünce, ‘İsabet ettiler; yaptıkları ne güzeldir!..’ buyurdu.

Nitekim Ebû Dâvûd ve İbni Huzeyme, Ebû Hureyre (Radıyallâhu Anhu)‘dan şöyle rivâyet etmişlerdir:

خَرَجَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا أُنَاسٌ فِي رَمَضَانَ يُصَلُّونَ فِي نَاحِيَةِ الْمَسْجِدِ

فَقَالَ مَا هَؤُلاَءِ فَقِيلَ هَؤُلاَءِ نَاسٌ لَيْسَ مَعَهُمْ قُرْآنٌ وَأُبَيُّ بْنُ كَعْبٍ يُصَلِّي وَهُمْ يُصَلُّونَ بِصَلَاتِهِ

فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَصَابُوا وَنِعْمَ مَا صَنَعُوا

“Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) (Hâne-i seâdetlerinden mescide) çıktı. Bir de baktı ki Ramazanda mescidin bir köşesinde namaz kılan insanlar var.

-‘Bunlar nedirler, kimdirler?’ buyurdu.

-‘Bunlar, yanlarında (fazla) Kur’ân (ezberi) bulunmayan insanlardır; Ubeyy İbni Ka’b kılıyor, onlar da ona uyarak namaz kılıyor’ denildi.

Bunun üzerine Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem): ‘İsâbet ettiler; yaptıkları ne güzel!…’ buyurdu.”9

‘Evinizde kılın’ mealindeki ve cemaatle kılmayı bırakmaya dair rivâyetlerde sadece ‘farz kılınma’ korkusu ve endişesi sebeb olarak gösterildiğine ve Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘in ahirete irtihali ile bu endişe kalmadığna, artık hiçbir kimsenin ‘Cemaatle kılarsak farz olmasından korkarız diyemeyeceğine göre, mescidde cemaatle kılmnın önünde bir mani kalmaz; iş aslına dönmüş olur.

Altıncı Fasıl

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) Terâvih Kıldırmamış Mıdır?

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) bu namazı güzel bulmasına ve teşvik etmesine ilâveten kendi de kılar, başkalarına da kıldırırdı. Lâkin onu cemâatle kılmayı üç dört geceden sonra terk etmesi, böyle kılınması halinde farz kılınmakla Ümmet’e yük getireceği müminlerin onu eda etmekten aciz kalacakları korkusu sebebiyle idi..

Nitekim, İmâm Buhârî, Müslim, İbni  Huzeyme, İbni Hibbân, Ebû Avâne, Beyhakî ve başkaları Âişe (Radıyallâhu Anhâ) anamızdan şöyle rivâyet ettiler:
Müminlerin anası Âişe (Radıyallâhu Anhâ) ona (hadisi ondan rivayet edene) şöyle haber verdi:

Rasûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) bir gece ortasında (hâne-i saadetlerinden) çıktı, mescidde namaz kıldı. İnsanlar da ona uyarak namaz kıldılar. İnsanlar sabaha çıkıp (bunu) konuştular. Bu sebeble onlardan daha çok bir kalabalık toplanıp onunla namaz kıldılar. Sonra insanlar sabahlayıp konuştular. Bu yüzden üçüncü gecede mescid ahalisi çoğaldılar. Rasûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) çıktı; onlar da onunla namaz kıldılar. Dördüncü gece olunca, mescid insanları almadı. Nihayet (Rasûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)) sabah namazı için çıkınca ve namazı bitirince insanlara döndü ve şehadet getirdi; sonra da şöyle buyurdu:

‘Bundan sonra. İşiniz bana gizli kalmadı. Lâkin ben bu namazın size farz kılınmasından ve onu kılmaktan aciz kalmanızdan korktum.’10

Yedinci Fasıl

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘in Ramazan Kıyamındaki Kıraati Nasıldı?

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) bu namazı gecenin yarısına, hatta son kıldırdığı gece neredeyse sahur yemeğine fırsat kalmayacak derecede gecenin sonuna sarkacak, bir rekatta yüzlerce âyet okunacak kadar uzun kıraatlarla kıldırdı. Nitekim, İmâm Ahmed, Dârimî, Ebû Dâvûd, Tirmizi, Nesâî, Beyhakî, ve başkaları, Ebû Zerr (Radıyallâhu Anhu)’dan şöyle dediğini rivayet etmişlerdir.
“Rasûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) ile Ramazanda oruç tuttuk. Ramazan ayının bitmesine yedi gün kalana kadar bize hiçbir namaz kıldırmadı. Yedi gün kalınca gecenin üçte biri geçene kadar bize namaz kıldırdı. (Sondan) altıncı günde bize namaz kıldırmadı. (Sondan) beşinci günde gecenin yarısı geçene kadar bize namaz kıldırdı.

‘Ya Rasûlüllâh!.. Bu gecenin namazını bize nafile yapsan ya’ dedim. Bunun üzerine ‘Kişi imamla o bitirene kadar namaz kılarsa ona bir gece boyu kıldığı hesab edilir (yazılır)’ buyurdu. (Sondan) dördüncü gece olunca kıl(dır)madı. (Sondan) üçüncü gece olunca âilesini, hanımlarını ve insanları topladı ve namaz kıldırdı. O kadar ki felâhı kaçıracağımızdan korktuk. (Ebû Zerr’den nakleden) Ben ‘Felâh da nedir?’ diye sordum, dedi. (Ebû Zerr de) ‘Sahur yemeğidir’ diye cevap verdi. ‘Sonra ayın kalanında kıl(dır)madı’ dedi.”11

Sekizinci Fasıl

Ömer Radıyallahu Anhu Terâvihi Cemaat ile Yirmi Rekat Kıldırma İşini Kafasından mı Yapmıştır?

Bunlardan anlaşılmaktadır ki, Ömer (Radıyallâhu Anhu) efendimiz insanları bir araya toplamayı kendi kafasından çıkarmadı, kendi başına yapmadı; aksine aslında kendinden önce değişik şekilleriyle var olanı ve Rasûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in Sünnet kıldığını bir şekliyle âdetleştirdi.

Nitekim İmâm Mâlik ve Buhârî Abdurrahman İbnu Abdi’l-Karî’den şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Ömer İbnu Hattâb ile ramazanda mescide çıktım. Bir de ne görelim, insanlar ayrılmış gruplar halinde!.. Bir adam tek başına namaz kılıyor; bir adama bir topluluk uymuş namaz kılıyor…

Ömer (Radıyallâhu Anhu) şöyle dedi: “Vallahi zannedersem, bunları bir imam arkasında toplasam elbette daha iyi olacak. Onları Ubeyy İbnu Ka’b’ın arkasında topladı. Sonra bir başka gece de Onunla çıktım. İnsanlar imamları arkasında kılıyorlardı. Bunun üzerine Ömer radıyallahu anhu, ‘Bu ne güzel bid’attir. Uyuyup uyandıktan sonra kıldığınız şu anda (uyumadan evvel) kılmakta olduğunuzdan daha üstündür’ buyurdu. Gecenin sonunda kılınanı kasd ediyor. İnsanlar gecenin başında kılıyorlardı.”12

Dokuzuncu Fasıl

Sahabe’nin Kıyamı Ramazan Hakkındaki

Tavrı Neydi ve Nasıldı?

Sahabe (Radıyallâhu Anhüm) ayrı ayrı guruplar halinde cemaatla terâvih kılmanın câizliğinde icma edip buna devam etmişlerdir. Ömer (Radıyallâhu Anhu) efendimizin insanları bir imam arkasında toplama fikrinin sebeblerinden biri de insanların güzel ve nameli seslilere meyletmesi mahzurunu ortadan kaldırmak idi.

Nitekim, İbnu Sa’d, Buharî ve Firyâbî, Nevfel İbnu İyâs el-Hüzelî’den şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Biz Ömer İbnu’l-Hattâb zamanında mescidde gruplar halindeydik; şurada burada idik. İnsanlar sesi en güzel olana meylediyorlardı. Hey!.. Zannedersem bunlar Kur’ânı güzel nağme edindiler. Bakınız vallahi şayet gücüm yeterse ben bunu kesinlikle değiştireceğim. Üç gece (gün) beklemedim, nihâyet Übeyy İbnu Ka’ba emretti; onlara namaz kıldırdı. Sonra safların arkasında ayağa dikildi ve ‘Eğer bu bir bid’at ise ne güzel bir bid’attir o’ dedi.13

Nîmevî, ‘Bunun isnâdı sahîhtir’ demiştir.14

Onuncu Fasıl

Terâvih Namazı Kaç Rekattır?

‘Ramazan Namazı’ veya ‘Terâvih Namazı’ Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) ve Ashâb (Radıyallâhu Anhüm) tarafından sekiz, on iki, yirmi ve otuz altı rekat olarak kılındı ise de, Sahâbe sonunda onu yirmi rekattan az kılmamakta sanki icmâ’ ettiler.

Nitekim İmâm Mâlik, Ahmed, Buhârî, Nesâî ve başkaları Ebû Seleme (Radıyallâhu Anhu)‘dan şöyle dediğini rivâyet ettiler:
“Âişe (Radıyallâhu Anha)‘ya Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘in Ramazandaki namazı hakkında sordum. O da şöyle buyurdu:

‘Resûlüllâh (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) ne ramazanda ne de başka bir zamanda on bir rekat namazdan fazla kılmadı. Dört rekat kılardı ki, onların güzelliği ve uzunluğu hakkında sorma. Sonra dört rekat daha kılardı ki, onların güzelliği ve uzunluğu hakkında sorma. Sonra üç rekat kılardı.”15

Buradaki üç rekat vitir olduğuna göre Hanefilere göre vacib olmakla diğerlerinden ayrılıyor ve geriye sekiz rekat kalıyor.

Nitekim İmâm Mâlik ve Beyhakî, Abdurrahmân İbnu Hürmüz el-A’rec’den rivâyet etti:

ما أدركت الناس الناس إلا وهم يلعنون الكفرة في رمضان قال فكان القارئ يقوم بسورة البقرة في ثمان ركعات وإذا قام بها اثنتي عشرة ركعة رأى الناس أنه قد خفف

“Ben insanlara (Ashâb’a) ramazanda kâfirlere la’net eder oldukları halde yetiştim. Namaz kıldıran Bakara sûresini sekiz rekatta okur bitirirdi. O (imam) Bakara’yı on iki rekatta okusa insanlar onun (namazı) hafif kıldırdığına kanaat ederlerdi.”‘16

Yine ‘Terâvih’ ismi münasebetiyle yukarıda getirdiğimiz haberlerde de geçtiği gibi, Mâlik ve Beyhakî, Sâib İbnu Yezîd’den, keza Beyhakî, Sâib İbnu Yezîd’den, Mâlik, İbnu Rûmân’dan ve Ebû’l- Hasîb’den İbnu Ebî Şeybe, Yahyâ İbnu Saîd’den, Abdulaziz İbnu Refî’den ve Atâ’dan, Nâfi İbnu Ömer (Radıyallâhu anhumâ)‘dan, ‘yirmi rekatı’ rivâyet ettiler.

Hattâ İbnu Ebî Şeybe -zayıf bir isnad ile de olsa- İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ)‘dan merfu’ olarak şöyle rivâyet etti:

أَنَّ رسول الله صلى الله عليه وسلم كان يصلي في رمضان  عِشْرِينَ رَكْعَةً والوتر

“Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) ramazanda yirmi rekât ve bir de vitir kılardı”17

Bu rivâyet -isnâdı zayıf bile olsa- Sahâbe’nin icmâının mesnedi mahiyetindedir. Böyle düşünmek Mü’minlerin Sahabe’ye olan hüsn-i zanlarının îcâbıdır.

On Birinci Fasıl

Terâvih’i Geçmişte Kimler İnkâr Etmişlerdir?

İslâm dîninde böyle bir namazın bulunmadığını eskiden ancak Râfizîler(den bir kısmı) inkâr ettiler

Nitekim İbnu Huzeyme böyle demiştir.’18

On İkinci Fasıl

Terâvih’i Zamanımızda Kimler İnkâr

Etmektedirler?

Kim olacak, şöhret budalaları, İslâmî eserlere itimadı sarsmak isteyen ruh hastaları yahut dîne ve Millet’e sû-i kasd fikrinde olan gündem hazırlayıcıları veya onların piyonları…

On Üçüncü Fasıl

Nafileler Mescidlerde Kılınamazlar mı?

Elbette kılınabilirler; buna hiçbir Şer’î mâni yoktur ve gösterilemez. Mescidde nafileleri Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) efendimiz de kıldı, Âshabı da kıldı. Ancak nafilelerin çoğunun ekseriya evde kılınması evlâdır. Nitekim yukarıdaki Buhârî, Müslim ve diğerlerinin hadisleri bunun delilidir.

İmâm Tahâvî de Abdullah İbnu Abbâs (Radıyallâhu Anhumâ)‘dan şöyle dediğini rivâyet etti:

بت الليلةبآلرسولاللهصلىاللهعليهوسلمقالفصلىرسولاللهصلىاللهعليهوسلمالعشاءثمصلىبعدهاحتىلميبقفيالمسجدغيره

“Bu gece Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘in âilesiyle geceledim. Resûlüllah (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) yatsıyı kıldı. Sonra yatsının akabinde mescidde O’ndan başkası kalmayana kadar namaz kıldı.19

İmâm Tahâvî, bu rivâyeti yaptıktan sonra, nafileleri mescidde kılmanın güzel olduğunu, lâkin bir takım rivâyetler sebebiyle evde kılmanın daha güzel olduğunu söyledikten sonra ‘Bu görüş Ebû Hanîfe’nin, Ebû Yûsuf’un ve Muhammed’in görüşüdür.’ demiştir.

Demek ki, mesele güzel ve daha güzel yahut iyi ve en iyi arasında gidip geliyor. Siz buna şayet bilhassa terâvih meselesinde tembellik yüzünden kendi başına kılındığı takdîrde bu namazın büyük ihtimalle terk edileceğini, Hulefâ-i Râşidîn Sünnetinin ve Ashab’ın ekserisinin amelinin mescidde ve cemaat ile kılmak üzerinde olduğunu, terâvihin bayram namazları gibi bir şiâr hâline gelmesini ve bunlar gibi bir takım haricî şartları eklerseniz, terâvihin mescidde cemaatle kılınmasının daha güzel olacağını söyleyebilirsiniz. Nitekim Hanefilerinde içinde bulunduğu İslâm âlimlerinin çoğu bu görüştedir.20

On Dördüncü Fasıl

Devr-i Saadet’te Ramazan Ayının Gecelerinde Kılınan Namaz, Teheccüd Namazı mıydı?

Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem), Ashâb ve İslâm âlimlerinin ramazanda kılınan bu namazlara ramazanın dışındaki gece namazlarından veya teheccüdlerden ayrı isim vermeleri zahirde bunların ayrı namazlar olduğunu göstermektedir. Aksi isbâta muhtaçdır. Kaldı ki faraza aslı itibarıyle teheccüd namazı olduğu kabul edilse bile, -ramazan dışındaki gece namazlarında olduğu gibi- gecenin ortasında değil de yatsıdan hemen sonra başlanıp gecenin üçte birine veya yarısına yahut üçte ikisine yahut ta neredeyse sonuna kadar uzaması, çok uzun kıratla ve cemaatle kılınması gibi bu aya mahsus olarak kazandığı yeni vasıf ve mahiyetler sebebiyle artık hükmen gece namazından ayrı namaz olur.

On Beşinci Fasıl

Sahâbe Kavlinin ve Fiilinin Şer’î Bir Ehemmiyyeti Yok mudur?

Terâvih namazının kendisinin Nebi (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)‘ in Sünneti, yirmi rekat oluşunun da sahabe Sünnet’i olduğunu söyleyen âlimlerimiz de var ise de asıl görüşe göre eksiktir. Buna rağmen yirmi rekatın Sahâbe sünnet’i olması da bize yeter. Çünki, İslâm âlimlerinin tamamına göre Sahâbe’den birisinin sözü ve fiili bile Müslümanları bağlayıcıdır. Nerde kaldı, sünnetleri Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem) tarafından Nebevî Sünnet’e katılan Râşid Halifeler’in ictihadı ve fiili, hatta Ashâb’ın tamamının icma ettiği bir husus bağlayıcı olmasın.

Sahâbe Kavli hakkında İmam Şafiî’ye meşhur yolla nisbet edilen görüş, hem mücerred olmak, hem kıyasa ters düşmekle sınırlıdır. Burada meselenin böyle olmadığı hem şart ve kayıdlarını bulundurmaması, hem de kendi açık beyanları ile ortadadır. Kaldı ki bu Kavl-i Sahâbe’nin Hüccet Olmaması kavli ve Şâfiî’ye nisbet edilmesi, Şâfiî ulemâsının muhakkıkları tarafından da kabûl görmemektedir. Dolayısıyla bu görüşte terâvih inkârcılarının tutunabilecekleri hiçbir kulp yoktur.

Netice

Sünnet’le, Sahabe Kavli ve Ameli ile ve Ümmet’in sözlü ve amelî icmâıyla teheccüd ve gece namazlarından ayrı bir muhtevâ ve şekil arz eden ‘Ramazan Namazı’ veya ‘Ramazan Ayı Namazı’ ve yahut ‘Terâvih Namazı’ vardır. Sünnet’le sâbit ve inkârı imkânsız olan bu muhteva ve şekil sahibi bir namaza aslında hangi ismi vereceğiniz çok -belki de hiç- mühim değildir. Ancak mademki ona Selefimiz bu isimleri verdi, edebli olmak onların önüne geçmeyip arkalarından gitmek lâzımdır. Hâsılı bir daha tekrar ederek diyoruz ki: İnkâr edilemez deliller sebebiyle bu vasıfta ve muhtevada bir namaz kabûl edildikten sonra ona hangi ismi vereceğiniz çok mühim değildir; o halde lafızlarda münakaşa etmenin ve böyle bir namaz yoktur demenin bir sü-i niyyetten başka manası kalmaz. Efendimiz (Sallâllâhû Aleyhi ve Sellem)’in kıldığı ve kıldırdığı, sonra da farz edilir korkusuyla cemaat şeklinde kılınmasını terk ettiği, ölmesiyle de böyle bir endişenin kalmadığı, Hulefa-i Râşidîn’den birinin kısmî ve şeklî değişikliğiyle yerleştirdiği, Sahabe’nin itirazsız bir şekilde kabulüne mazhar olan, âlimi ve avamıyla da Ümmet’in kabul ve üzerinde icmâ’ ettiği bir ameli kaldırmak ancak ruh hastalığı veya ard niyyetli olmakla îzah edilebilir.21

وَصَلَّى الله عَلَى نَبِيِّنَا وَ عَلَى اَلِهِ و سَلَّمَ تَسْلِيمًا كُلَّمَا

ذَكَرَهُ الذَّاكِرُونَ وَ غَفَلَ عَنْ ذِكْرِهِ الْغَافِلُونَ

وَالْحَمْدُ للهِ رَبِّ الْعَالمَينَ

HÜSEYİN AVNİ KANSIZOĞLU

Dipnotlar


1- Mâlik (1/113), Ebû Avâne (2041), Beyhakî (3/176, H:3268) ve başkaları, Ebû Hureyre radıyallahu anhu’dan.
2- Ebû Dâvûd et-Tayâlisi (224), Ahmed İbnu Hanbel (1/191), Abd İbnu Humeyd (158), İbnu Mace (1328) [Az farklı bir lafızla], Ebû Ya’la (861,862 [benzeri bir lafızla]) [İlmiye, 1418], Bezzar (1048) ve başkaları, Abdurrahman İbnu Avf radıyallahu anhu’dan.
3- Beyhakî (3/337), Alî İbnu Ebî Tâlib radıyallahu anhu’ dan.
4- İbnu Ebî Şeybe (7768), Ebû’l-Bahterî’den.
5- İbnu Ebî Şeybe (7772), Saîd İbnu Ubeyd’den.
6- Beyhakî, el-Kübrâ (2/496), Ebû’l-Hasîb’den.
7-  Beyhakî (2/492), ‘İsnâdında zayıflık vardır; Allah en iyi bilir’ dedi.
8- Nevevî, Şerhu Sahîhi Müslim (3/80)[Mektebetü’l-Buşrâ, Karaşi, Pakistan]
9- Ebû Dâvûd (1377), İbnu Huzeyme (2208), Beyhakî, el-Kübrâ (2/495) Ebû Dâvûd, ‘Bu hadîs kavî değildir; Müslim İbnu Hâlid zayıf bir ravîdir’ dedi. Deriz ki; İçlerinde Buhârî ve Ebû Dâvûd’un da bulunduğu birçokları onu zayıf bulduysalar da İbnu Maîn ‘sika (sağlam ve güvenilir)’, İbnu Adiyy de hadîsi ‘hasen’, Dârekutnî ise ‘sika’ bir râvî olduğunu söylemişlerdir; İbnu Hibbân da O’nu es-Sikat’ında (7/448) zikretmiştir. [El-Hazrecî, el-Hulâsa (375), İbnu Hacer, et-Tehzîb (10/115-117)] Şu halde hakkında sağlam olup olmadığı noktasında ihtilaf edilmesi sebebiyle hadîs hasen mertebesinden aşağı düşmez.
10- Buharî (882,1077), Müslim (761)
11- Ahmed (5/159,163), Dârimî (1784,1785), Ebû Dâvûd (1375), Tirmizî (806), Nesâî, el-Müctebâ (1364), el-Kübrâ (1196), İbnu Mâce (1327)
12- Mâlik (1/114), Buhârî (2010).
13- İbnu Sa’d (5/59), Buhârî, Halku Efâli’l-İbâd, (Müessesetü’r-Risale 3. baskısı, s. 51), Firyâbî, Kitâbu’s-Sıyâm (172)
14- Nîmevî, Âsâru’s-Sünen (248) Mektebe İmdâdiyye, Mültân Pakistan.
15- Mâlik (1/120), Abdurrezzak (4711), Buhârî (1147, 2013, 3569), Müslim (738), Ebû Dâvûd (1341), Tirmizî (439), Nesâî (16997) ve başkaları Ebû Seleme radıyallâhu anhu Âişe radıyallâhu anhâ’dan.
16- 16 Mâlik (1/115) ve Beyhakî (2/497), Abdurrahmân İbnu Hürmüz el-A’rec’den.
17- İbnu Ebî Şeybe (7774) İbnu Abbâs radıyallahu anhumâ’dan merfû’ olarak.
18- İbnu Huzeyme, es-Sahîh (3/335) [Mevzu başlığı].
19- 19 Hafız Tahâvî, Nuhabu’l-Efkâr Şerhu Meâni’l-Âsâr (5/402), Abdullah ibnü Abbâs radıyallâhu anhümâ’dan. Aynî bu hadisin isnadının sahih olduğunu, aynı isnatla Taberânî tarafından el-Kebîr de rivayet edildiğini söyledi (5/403).
20- Geniş bilgi için bakınız: Hâfız Bedruddîn el-Aynî, Nühabu’l- Efkâr (5/400-404) Katar Evkaf Vezareti baskısı.
21- Burada fıkıh kitâblarından nakiller yapmamamız, dediklerimizin onlarda bulunmaması ve -hâşâ- onlara değer vermememiz sebebiyle değil, aksine değer vermeyen zavallılar yüzündendir. Çünki bir kimseyi iltizam etmediği şeyle ilzam edemeyiz. Meselâ Allâh’ı ve Resûllerini kabûl etmeyen bir kimse ise ona âyetten ve hadisden değil, sırf akıldan deliller sunmak zorundayız. İbnu Huzeyme’nin Sahîh’inde ‘Kıyâmu Şehri Ramazan’ ana başlığı altında getirdiği onlarca rivâyetin mevzu başlığı meselenin fıkhını enfes bir şekilde ortaya koymaktadır. Yoksa bütün fıkıh kitaplarımız terâvihin sünnet olduğunu kaydetmektedir.