Nurlu Şehirde Kutlu Zaman Ramazan

Nurlu Şehirde Kutlu Zaman Ramazan

Bütün Hamd-ü Senâlarımız, Kelâm-ı Mecîd’inde: “Ey iman etmiş olan kimseler! Sizden önce geçen (peygamberlerin ümmet)ler(i) üzerine (farz olarak) yazılmış olduğu gibi, sizin üzerinize de o (ramazan ayındaki) oruç (farz olarak) yazılmıştır. Tâ ki siz (açlık yardımıyla günahlardan) hakkıyla sakınabilesiniz!1 buyuran ve bu Âyet-i Celîle-i Cemîle’yi Medîne-i Münevvere’de indiren Rahman Tebâreke ve Teâlâ Hazretlerine mahsustur.

Bütün salât-ü selam, tahıyyât-ü ikramlarımız da: “Her kim inanarak ve mükâfatını yalnız Allâh’tan umarak Ramazan’ı oruçlu geçirirse, geçmiş günahları kendisi için mağfiret olunur.”2 buyuran Hilkat’in Fâtihâsı, Nübüvvet’in Hâtimesi, İns-ü Cinin Efendisi Ahmed-i Mahmud-u Muhammed Mustafa Efendimiz ve O’nun Âl-ü Eshab ve Etbâı’nın üzerine olsun.

Medîne, Oruç ve Ramazan.

İşte kalemin kör, dillerin lâl olduğu mevzu, nasıl anlatılır ve nereden başlamak lazım?

Önce Medîne;

Havasına Peygamber nefesi, sokaklarına peygamber kokusu karışan ve Merkad-i Nebî’yi kıyamet saatine kadar koynunda saklayacak olan kutlu şehir.

Eski hali mi? Ne siz sorun, ne de o anlatsın! Kısaca ifade etmek gerekirse cahiliye devrinde kendisine Yesrib denilen basit bir yer iken O’nun (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) teşrifi ile Tale’a’l-Bedrular bestelendi ve nura gark oldu.

Âlemde kopan bir velvele, şafaklar döndü güle,

Kâinat buldu bir can, kumlarda bir heyecan,

Çöle O geldi diye ve o eski belde, oldu Medîne-i Münevvere.

Münevver Medîne’ye Hicret ile Mükerrem Mekke’de çekilen sıkıntılar bitmiş ve bırakın insanlarını, kutlu beldenin ağacı, taşı, toprağı, dağları ve vadileri O’na salat-ü selam etmiş ve O En Sevgili’nin sevgisini yudumlamaya çalışmışlar, ayrı düşünce de ayrılık acısı ile inlemişlerdir.

Dilerseniz “Kendisinde kılınan bir namazın başka yerlerde kılınan bin namaza denk olduğu3 Mescid-i Nebevî’den bir hatıra nakledelim, hani Basra’nın büyük sûfîsi Hasan-ı Basrî Rahimehullâh’ın her anlatışında ağlamaktan sonunu getiremediği hadise…

Zaman saadet asrı ve hidayet yıldızları Ashâb-ı Güzîn’in gün gün çoğaldığı günler; hatiplerin en belîğı ilk zamanlar bir hurma kütüğüne dayanarak sözlerin en fasihini insanlık âlemine ulaştırıyordu. Zamanla bir minbere ihtiyaç duyulup temin edilince, Mekke’de göklere basamaksız yükselen Sevgili, şimdi de sebepler âleminde minberin basamaklarında yükseliyordu.

O da ne? Bir inilti yayılıyor Peygamber Mescidi’ne. Biraz sonra mesele anlaşılmıştır. Ashâbına hitap edeceği vakit kendisine yaslandığında İki Cihan Sultanı’nın canlar feda o mübarek bedenlerine temas eden ve güller feda gül kokusunu teneffüs eden o kütük, şimdi ayrılık acısıyla inliyordu.

Söylediği sözler nefsinden değil ancak birer vahiy olan Sevgili, minberden iner ve kütüğün yanına giderek mübarek elini kütüğün üzerine koyar; “Dilersen seni olduğun yere dikeyim ve olduğun gibi kal, ya da seni cennete dikeyim…4 tesellisi ile sakinleşen kütüğün bulunduğu Nurlu Şehir, Medîne.

Peki ya Uhud’a ne demeli? Hani Nebiy-yi Zîşan Efendimiz şanlı halifeleri ile üzerine çıktığında sevincinden yerinde duramayan ve Efendimiz’in “Sakin Ol!5 hitabı ile sükûnet bulan ve bir başka seferinde Sevgili’nin “Biz onu severiz, o da bizi6 iltifatına nail olan o dağ!  Ya da o nurlu şehrin diğer mübarek yerleri…

İşte Ensar! Ensâr-ı Kiram, bu şehrin yerlileri, İslam’ın yardımcıları…

O En Sevgili’nin eteği etrafında halkalanan Eshâb-ı Kiram, özellikle de kendilerini sevmenin, iman alameti olduğu Ensâr, En Sevgili’nin her birine canlar feda eşsiz iltifatlarına mazhar olan o yüce şahsiyetler.

Hani Mevlid-i Nebî, Şakk-ı Kamer ve ötelere yolculuk-Miraç gibi harikulâde hallere şahitlik etmiş Mükerrem Mekke fethedilmiş ve “İşte Mekke de fethedildi, ya Allâh Rasulü beldesinde kalır da Medîne’ye dönmezse?” diyerek gam ve keder denizine dalıp gözyaşlarına boğulan Ensâr-ı Kirâm’a, O Sâhib ül Vefâ tarafından; “Kesinlikle! Hayır! Muhakkak ki ben Allâh’ın kulu ve Rasûlüyüm. Allâh’a ve size hicret ettim. Hayatım hayatınızla, ölümüm de ölümünüzle7 buyrularak  ganimetlerin en büyüğü kendilerine verilen zatlar ve onların şehri Medîne-i Münevvere.

Peki Oruç;

Saadet asrının her biri birbirinden güzel günleri birbirini takip ederken Şa’bân-ı Şerîf ayında Kalbi Uyumayan Kutlu Nebi’ye bir âyet nazil oldu. Kullarına in’am ve ihsanı bol olan Rabbimiz, bizden önceki ümmetlere de emrettiği bir ibadeti, Kainatın Efendisi’ne ümmet olmak şerefiyle şereflenen bu ümmete de emrediyor ve böylece kutlu Hicret’in ikinci yılında Kıble’nin Kâbe tarafına çevrilişinden sonra oruç ibadeti de başlamış oluyordu
yeryüzünün en münevver şehri, Hicret yurdu Medîne-i Münnevere’de.

Son olarak Ramazan;

Peygamber Şehri ve Hicret yurdu olan ayrıca vahyin inişine şahitlik etmiş ve orucun kendisinde emredildiği şehir olması hasebi ile Medine-i Münevvere’de geçirilen bir Ramazan’ın nelere denk olduğunu dilerseniz Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem)’den dinleyelim.

Mekke’nin fethinde Peygamber Sancaktarı8 olan ve “Nerede olursanız olun, sizler muhâcirlersiniz9 iltifat-ı nebevî’sine mazhar olmuş şanlı sahâbî Bilal ibni Hâris (Radıyallâhu Anh), şu hadîs-i Şerîfi naklediyor bizlere, Âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz Efendimiz (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki; “Medîne’de bir Ramazan, onun dışındaki bin ramazandan hayırlıdır.”10

Nitekim diğer bazı hadîs-i Şerîflerde de, Medîne-i Münevvere’da bulunan Mescid-i Nebevî’de kılınan bir namazın da, bin namazdan efdal olduğu açıkça belirtilmiştir.11

Yanık sesli bir müezzinin Hicaz makamında okuduğu ezanla başlar oruç ibadeti ve zaman zaman gözyaşları içinde eda edilen sabah namazının ardından derin bir sessizliğe gömülür kutlu şehir. Yaz mevsiminde elli elli beş dereceyi bulan sıcaklığın kendini iyice hissettirdiği öğle vaktinde oruçlunun hayalindeki tek şey belki de iftarda içeceği buz gibi bir zemzemin boğazından geçerken bırakacağı serinlik. Rehâvetin iyiden iyiye çöktüğü bir anda oruçlunun kendisini toparlaması için namaza davet ve eda edilen ikindi ile birlikte tatlı bir telaş başlar kutlu şehrin mutlu sokaklarında.

Bir oruçluyu iftar ettirebilmek, sadece varlıklı ailelerin değil siyahıyla beyazıyla, zenginiyle fakiriyle belki de üzerindeki entarisi en az on yıllık olan Sudanlı amca gibi memleketini terk etmiş ve artık Ehl-i Medîne olmuş olan herkesin derdi. Harem-i Nebî’ye bohçalar taşınır ve sofralar kurulur. Neler yoktur ki o sofralarda; peki ya yalvarıp yakarmalar. Tefeddal (Buyur), İclis! (Otur), İclis! (Otur), Billâhi Te’âl (Allâh için, gel) ve benzeri cümleler ile oruçluların kollarına sarılıp sofralarına oturtmak için çırpınan şu insanlar! Allâhım! Hayali bile insanın içini titreten şu duygu ne acaip bir duygu Allâhım!

Peki hangisine oturmalı bu sofraların? Ta ki Medîne, Ramazan ve Oruç, mânevi âlemimize de tesir edebilsin.

Bâbü’s-Selam yolundan dillerde tesbih, gözlerde yaş,  Kubbetü’l-Hadrâ’ya adım adım yaklaşırken sol tarafta, Peygamber Dâmâdı Hazreti Ali Efendimiz’in mescidinin karşı tarafında, bir sofra karşılar Allâh Rasûlü’nün misafirlerini.

İşte bir sofra! Binlerce sofranın içerisinde bir sofra! İlk bakışta diğerlerinden pek ayırt edilemese de dikkatli bakışların hemen fark edebildiği bir sofra!

Sahibi mi? Yok olmaya yüz tutmuş sünnetlerin birer birer ihya edicisi,  Mekke’de belirip Medîne’de pişip bilmem kaç kere kaybolduğu yerden fışkıran Mukaddes Nûr’un günümüzde ki halkası, Hicri On Beşinci Asrın Yenileyicisi, Rabbim kendisini iki cihanda aziz etsin Mahmut Efendi Hazretleri.

Hizmetkârları mı? Başta, Allâh sırrını mukaddes kılsın Sultanımız’ın; “Rabbim, seni Medîne’den ayırmasın!”12 duası ve iltifatına nail olmuş Medîne-i Münevvere’da ki bu fakir hizmetkârı ve ümmetin renklerini oluşturan her biri farklı bir İslam beldesinin yavrusu Kur’an bülbülü talebeler.

Bu hizmetkârlar, Harem-i Nebevî’nin içinde ve dışında, “gül, dikensiz olmaz” sözünü yaşarcasına her türlü imtihana rağmen kilometrelerce ötede Sultanımız adına hizmet etmeye çalışırlar bir Ramazan ve bütün bir yıl boyu Sevgili’nin hasretiyle mesafeler aşarak yeryüzünün bu kutlu şehrine kavuşanlara. Ve de maddi ziyafet çektikleri bu insanlardan arzu edenlerine manevi bir ziyafet çekmeyi de vazife bilirler Sultân’ın kutlu nefesiyle.

İnsan daha ne ister ki? Asıl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem’in şehrinde Vekil Kuddise Sirruhû’nun sofrasında bir iftar etmek! Dilin sustuğu, kalemin yazmaz olduğu an!

Ve artık iftara dakikalar kala iyice artan heyecan ve kalpten yapılan dualar, yine peygamber mescidinin yanık sesli bir müezzininin Allâh-ü Ekber’i eşliğinde hurma ve soğuk zemzem ile yerini bir ibadeti daha eda etmenin mutluluğuna bırakır. Ama o sevinç, illa ki o sevinç, yüzlerdeki tebessüm, gözlerdeki ışık, etrafa yayılan mutluluk. Anlatılamaz ki anlatayım, illa ki yaşamak lazım.

İftar sonrası huşu içerisinde eda edilen akşam namazı ve namazdan sonra da çay, kahve ve yaş hurma ikram edilir peygamber misafirlerine.

Yatsı ve hatimle kılınan terâvih namazının ardından ümmet için açılan ellere kıpırdayan dudaklar ve yürekten kopup gelen samimi gözyaşları eşlik eder kimi zaman.

Ve sonrası… Her kesimin kendi meslek ve meşrebince değerlendirdiği vakitler su gibi geçer ve müezzinin Mescid-i Nebevî’den okuduğu ilk ezanla tatlı bir sahur telaşı sarar kutlu şehrin sakinlerini. Kimi zaman mükellef, kimi zaman vasat şekilde ama acele yapılan sahurun ardından soluk yine rahmet Peygamberi’nin mübarek dizi dibinde alınır ve zemzemler eşliğinde bir ibadetin daha başlangıcına hazırlık yapılır.

Teheccüt Mihrâbın’da edâ edilen teheccütler, Cennet Bahçesi Ravza’da yapılan dualar ve Rasûlüllah Sallallâhu Aleyhi ve Sellem ile Suffe Eshâbı’nın Kur’ân tilavet ettiği yerde herkesin kendi okuduğu Kur’anlar, meşgul olduğu dersler, yaptığı zikirler, çektiği tesbihler. Derken müezzinin yanık sesi duyulur Yeşil Kubbe’nin hemen yanı başında ve o çağrı yankılanır Akik ve Buthan vadilerinde, o nida dalgalanırken Uhud ve ‘Iyr’ dağlarında, serinlik çöker Kuba ve Hendek bölgelerine. Ötelerden Bedir, berilerden Hayber, yeni bir gün müjdeler inananlara er ya da geç ama kesinlikle gelecek olan Ehl-i İslâm’ın azîz, ehl-i batıl’ın zelîl olacağı o günü.

Ve bir ramazan dolu dolu yaşanır Medîne’de ve dolu dolu yaşar Medîneliler sahip oldukları nimetlerin büyüklüğüne bakarak. Böylece bayrama kavuşurlar ve o sabah herkesten önce hüzün Peygamberi tebrik eder mahzun ümmetin buruk bayramını, dualar ve tebrikler yollanır âlem-i İslam’ın dört bir yanına. Ve bu sevinç, yerini hasrete bırakır, gitmiştir on bir ayın sultanı bir daha gelmek üzere.

Yâ Rab! Bu mübarek ayı hakkımızda hayırlı şahit eyle. Şefaatini ihsan eyleyip şikâyetinden de muhafaza eyle. Âmin!

Bu duygu ve düşüncelerle Ramazân-ı Şerîfinizi ve Ramazan Bayramınızı bir kez daha tebrik ederken Allâh-u Teâlâ’dan bize ve tüm okurlarımıza, sıhhat-ü âfiyet ve yolunda istikamet üzere, Haremeyn-i Muhteremeyn’de nice Ramazân-ı Şerîfleri idraki müyesser eylemesi duası ile… Âmin! Yâ Mu’în!

TALHA ÇINAR