Bir Terk-i Dünya Provası Oruç

Bir Terk-i Dünya Provası Oruç

Açlığın Manası

Bilindiği gibi fıkıh ilminde oruç dendiğinde imsak ve iftar arasında yeme-içmeden ve cinsi münasebetten uzak durmak anlaşılır. Ancak orucu sadece bundan ibaret görmek gibi yaygın ve yanlış bir kanaat vardır.

Tasavvuf yolunun büyükleri, ne açlık derken aklımıza geldiği gibi sığ bir mana anlamış ne de orucu sadece mahdut bir zaman dilimi içindeki açlıktan ibaret görmüşlerdir.

İşte ahiret erbabının ufkunda açlık: Sehl-i Tusteri (Kuddise Sırruhû) şöyle söyler: “Allâh-u Teâlâ dünyayı yarattığı zaman isyan ve cehaleti tokluğa, ilim ve hikmeti de açlığa koymuştur.”1

Ebu Süleyman Darani (Kuddise Sırruhû) da “Dünya amellerinin anahtarı tokluk, ahret amellerinin anahtarı açlıktır” demektedir.2

Ebu Ali Dekkak (Kuddise Sırruhû): “Cehennemliklerin aşırı yeme-içme ve eğlenme arzuları kendilerini muhafaza etmelerine galip gelmiştir.”3

Bu da Malik ibni Dinar (Kuddise Sırruhû)’dan: “Kim dünya arzularına boyun eğmez ise, şeytan o kimsenin gölgesinden bile kaçar.”4

Açlık, ahiret erbabı büyüklerin katında dünyaya karşı tavrın hulasasını barındırır. Oruç, zühdün veraın takvanın lübbü, ünsün kurbun ve müşahedenin köprüsüdür. Oruç, içinde bütün bir tasavvufun yol haritasını barındırır adeta. Yani büyüklerden birinin ifadesiyle “Dünya senin midendir; miden hakkında ne kadar zühd sahibi olursan, dünyaya karşı zühdün de odur.”5

Hakiki Oruç

Hucvuri (Kuddise Sırruhû)’nun naklettiğine göre Efendimiz (Sallâlâhu Aleyhi ve Sellem), kendisine rüyada şöyle nasihat eder “Tam mücahede beş duyuyu hapsetmektir.” Yani Hucvuri’nin kendi tefsiriyle “İlmin beş kapısı olan beş duyuya oruç tutturmalıdır.”6

Hucvuri, “Sadece yeme içmeden geri tutularak ifa edilen oruç, çocukların ve koca karıların orucudur” demektedir.7

Ankaravi, avamın, havassın ve ehassu’l-havasın orucu vardır der. Avam, yeme içmeden ve cinsi münasebetten geri durur, Havas, tüm azalara oruç tutturur, Ehassu’l-Havass’ın orucu ise, bütün masivadan perhiz kılma, cümle hevadan farig olmak ve Muhabbetullah’ın lezzetini bulmaktır.8 Onun ifadesiyle: “Ehassu’l-havass, zuhuri muhabbeti ilahiyeden, vusuli sevadı azamı zatı ehadiyete dek saim olurlar.”9

Bu anlatılanlarla günümüzde yayılmış yanlış bir telakki daha kendiliğinden tashih olur; Oruç, yemek bulamayan fakir ve muhtaçların halini anlamak için değil, bilakis muhtac olmanın hakiki manasını nefislerinde izhar eden dünyayı ardına ahireti ufkuna alan arif kulların halini anlamak ve dahi onlar gibi olmak için tutulur. Oruç, gözü kulağı ve dahi kalbi de masivadan koparmayı hedefler.

Ez cümle oruç, daha da genelde bütün bir Ramazan ayı, bir terk-i dünya provasıdır. İhtiyaç fazlası malımızın bir kısmını elimizden çıkarmak (zekat) ile emrolunmamız ve dünyadan el etek çekmek (itikaf) ile tavsiye olunmamız da bunu tamamlayan diğer unsurlardır.

Öyle bir terk ki, sahip olduğu her şeyi ve dahi terk edeni yani benliği dahi terk. Rivayete göre Cüneyd Bağdadi (Kuddise Sırruhû) uzun yıllar riyazetle meşgul olmasına rağmen kendisinde hiçbir hâl zuhur etmemişti. Ta ki ‘kendi vücudundan daha büyük bir günah mı var ki?’ mealindeki şiiri duymuş ve bütün himmetini buna teksif ederek terakkiler elde etmişti.

Hucvuri, orucun “Oruç benim içindir, ecrini ben vereceğim” kutsi hadisi ile medh edilmesini, oruçta ağyarın masivanın kati surette nasibi olmamasına bağlar.”10

İmam Şibli “Ebed orucu tutmalıdır; ömrün geri kalanı bir gün sayılmalı ve onu da oruçlu geçirmelidir” demiştir.11 Sözün meşhur olduğu vechiyle kaydedecek olursak “Dünya bir gündür ve has kullara layık olan onu oruçla geçirmektir.” (el-umrü küllühü yevmün ve li’l-havası fihi savmun).12

Hayatı ve dahi benliği, Sevgili’ye giden yolda terkedilmesi gereken bir gurbet diyarı olarak görmek… İşte Sufiye, oruç derken bu manada bir oruç anlamaktaydı. Himmeti yüce olanlar ufuklara kanat çırpar daima. Geride kalanlara düşen de -var ise takati- iz sürmek -yok ise- gıpta etmektir.

Oruç en üstün ibadet midir?

Orucun bu hususiyetini ve bu eşsiz vazifesini dikkate alan bazı büyükler, orucun ibadetlerin en üstünü olduğunu düşünmüşlerdir.

Şeyh-i Ekber Muhyiddin ibn-i Arabi (Kuddise Sırruhû), Allâh-u Teâla’nın ‘orucu kendisine nispet ettiğini’ ve ‘orucun eşsiz ve benzersiz’ olduğunu ifade eden ilgili rivayetlerden yola çıkarak orucun diğer bütün ibadetlerden daha üstün olduğunu belirtir. Orucun lugat manasında dahi ‘yükselme’ ve ‘üstün olma’ manası vardır; ‘Same’n-neharu’ gündüz yükseldi demektir. Şeyh-i Ekber’e göre insanın orucun bu hususiyetleri sebebiyle oruç tutması ile ‘benzersizlik’ ve beslenmekten münezzeh olan ‘samedânilik ’özelliğine bürünür.13

Orucun ‘samedâniyyet’ yani hiçbir şeye muhtaç olmama vasfına haiz olduğu ilk devirlerden beri sufi büyükleri tarafından dile getirilmiştir.

Ebu Osman Magribi (Kuddise Sırruhû), ‘samedâni’ vasfında olanların seksen gün yemek yemeden durabildiklerini söyler.14

İmam Sühreverdi (Kuddise Sırruhû), Allâh-u Teâlâ’nın orucu kendi zatına nispet etmesini oruçta Allâh’ın samediyet vasfının olmasına bağlar.15

Şeyh-i Ekber, bu samedânilik manasını daha da ileri taşımış ve orucun en üstün ibadet olduğunu söylemiştir. Şeyhin bu değerlendirmeleri kendisinden sonra gelen sufiyye arasında da kabul görmüştür. Ancak bu düşünce, bütün meşayih arasında kabul görmüş değildir.

Bilindiği üzere Şeyh-i Ekber çizgisinin, ‘cem’ halini asıl gördüğü, ‘fark’ halinden neşet eden tüm hal ve makamların cem halinin tahtında olduğunu düşündüğü için tüm tasavvufi düşüncesini bunun üzerine inşa etmektedir. Eserlerinde bu temel üzerine bina edilen birçok izahı vardır. Bunun tafsilat yeri burası değildir; ancak Şeyh’in, orucu diğer ibadetlerin fevkinde görmesi de bu ‘cem’ halinin merkeze alınmasından ötürüdür.

Ancak bazı sufi büyükleri hususiyetle yolumuzun ulusu, İmam-ı Râbbanî (Kuddise Sırruhû), ‘cem’i bir sekr hali gördüğü için şeyhin pek çok hususta yaptığı izahları bu yönde itmam ve tashih için pek çok izah yapmıştır. İmam, şunları söyler:

“Namazın hakikatine eremeyip namazın üstünlüklerinden haberdar olamayan bazıları hastalıklarının çaresini başka yerlerde aramış, maksatlarına ulaşmak için farklı şeylere sarılmış, orucun namazdan daha faziletli olduğunu iddia etmişlerdir. el-Futûhâtu’l-Mekkiyye sahibi ‘Yemeyi ve içmeyi terk etmek olan oruçta ‘samedâniyyet’sıfatı tahakkuk eder. Namazda ise bir uzaklaşma ve ayrılma hali; âbidlik-mabudluk ilişkisini hissetme vardır’ demiştir. Ancak bu, sekr halinin bir tezahürü olan ‘vahdet-i vucûd’dan kaynaklanmış bir sözdür.”16

Nefahât’ta geçen bir kıssa, cem halinin ve samediyet tecellisinin de aslında ne büyük imtihanlara gebe olduğunu gösterdiği için İmam’ın izahatına bir zeyl olabilecek niteliktedir.

Ehlüllahtan Muhammed Dehistani (Kuddise Sırruhû)’ya sülükü sırasında arz olan bu hal ile alakalı şeyhi şunları anlatır:

“Bundan sonra ona pek çok kere samediyet tecellisi zahir oldu. Bu öyle bir makamdır ki bu makama ulaşan salik yemek yeme ihtiyacı duymaz. O da kendisini bu makamda bulunca gurura kapıldı. ‘Yememek’ Hakk’ın sıfatıdır. ‘Bu sıfat bende ortaya çıktı’ dedi, yemeyi terk etti ve böylece nefsinde ilahlık iddiası baş gösterdi. Kendisini ne kadar dövdümse kar etmedi; ağzını zorla açıp şerbet verdim fakat hepsini geri çıkardı. Zorlamaktan vaz geçtim, iyilikle yedirmeye içirmeye çalıştım yine olmadı. Altı yıl böyle geçti. Bu arada hizmetlerine devam ediyordu. Bir an dahi bana olan saygısı azalmamıştı. Hatta bu hizmet, onun için en büyük saadet vesilesi idi. Bu bağlılığı sebebiyle bu büyük tehlikeyi atlattı ve helak olmaktan kurtuldu. …‘Eğer Hazreti Rasûlüllâh (Sallâlâhu Aleyhi ve Sellem)’in ümmeti ve benim müridimsen, hem Hazreti Peygamber (Sallâlâhu Aleyhi ve Sellem)’in hem benim yaptığımı yapman gerekir. Eğer yapmazsan kalk git, bizim sohbetimizde bulunma’ dedim. Ağzına bir lokma koydular o da yedi. Sonra diğer insanlar gibi yemeye başladı ve bu tehlikeden kurtuldu.”17

Ehlüllahın bir düstur olarak ortaya koyduğu her şey bizim için baş tacıdır. Şeyh-i Ekber (Kuddise Sırruhû)Hazretleri’nin söylediklerine sonsuz saygı gösteriyor olsak da yolumuzun güneşi İmam-ı Rabbânî (Kuddise Sırruhû)Hazretleri’nin söylediklerini gönül ve zihin ufkumuza yerleştiriyoruz.

HASAN YAŞAR

Dipnotlar


1- Abdülkerim Kuşeyri, Risaletü’l-Kuşeyri, Çev: Dilaver Selvi, Semerkand Yay, 2011, s. 315.
2- Kuşeyri, Risaletü’l-Kuşeyri, s. 316.
3- Kuşeyri, Risaletü’l-Kuşeyri, s. 317.
4- Kuşeyri, Risaletü’l-Kuşeyri, s. 317.
5- Şihabeddin Sühreverdi, Avarifü’l-Mearif, Çev: Dilaver Selvi, Semerkant Yay, 2007, s. 423.
6- Ali ibni Osman Hucvuri, Keşfü’l-Mahcup, Çev: Süleyman Uludağ, Dergah Yay, 2010, s. 383.
7- Hucvuri, Keşfü’l-Mahcup, s. 384.
8-  İsmail Rusuhi Ankaravi, Minhacu’l-Fukara, Haz: Safi Arpaguş, Vefa Yay, 2008, s. 198.
9- Ankaravi, Minhacu’l-Fukara, s. 199.
10- Hucvuri, Keşfü’l-Mahcup, s. 382.
11- Ebu Nasr Serrac Tusi, el-Lum’a, Çev: Hasan Kamil Yılmaz, Altınoluk, 1996, s. 172.
12- Ankaravi, Minhacu’l-Fukara, s. 199.
13- Muhyiddin ibnü’l-Arabi, el-Fütühatü’l-Mekkiye, Çev: Ekrem Demirli, Litera Yay, 2007, c. 5 s. 35-37.
14- Kuşeyri, Risaletü’l-Kuşeyri, s. 316.
15- Sühreverdi, Avarifü’l-Mearif, s. 420.
16- İmam Rabbânî, Mektubat, 261. Mektup.
17- Molla Cami, Nefehatü’l-Üns, Ter: Lamii Çelebi, Haz: Süleyman Uludağ, Mustafa Kara, Pinhan, 2011, s. 591-